KISSADAN-HİSSE HER PERŞEMBE, KÜLTÜR-SANAT HER CUMARTESİ YENİ BAKIŞ GAZETESİNDE SİZLERLE
30 Mayıs 2015 Cumartesi
Devrim Tayanç Malyalızade Röportajı
23 Mayıs 2015 Cumartesi
Ayşe Güler Akın Röportajı
21 Mayıs 2015 Perşembe
Kürekçiyi Kovun!
17 Mayıs 2015 Pazar
İsmet Aşıksoy Röportajı
İsmet Aşıksoy Röportajı
Y B - Lefkoşa Anadolu Güzel Sanatlar Lisesi’nde, Kontrabas öğretmeni olarak görev yapıyorsunuz. Kontrabas, bizim toplum müzik kültürüne yabancı bir çalgı olduğu aşikardır. Öğrenim sürecinde neden Kontrabası seçtiniz? Sizi bu çalgı üzerine uzmanlaşmaya tetikleyen dürtüler nelerdi?
I A- Kontrabas Kıbrıs'ta bulunmayan bir çalgıydı. Okula gitmeden önce sayın Yılmaz Taner'den bilgi aldım, bana Kıbrıs'ta kontrabasın ihtiyaç duyulan bir çalgı olduğunu söyledi. Ben de bunun üzerine Gazi Üniversitesi'ne okumaya gittiğimde ana çalgı olarak Kontrabası Seçtim.
Y B - KKTC’nin yegane sanat eğitimi veren okulunda öğretmensiniz. Bu okulda eğitim öğretim yapmanın avantajları ve zorluklarını bizlerle paylaşır mısınız? Ülkemizde genel olarak sanata gereken önem ve değer veriliyor mu?
I A- Lefkoşa Anadolu Güzel Sanatlar Lisesi Kıbrıs'ın incisidir. Sizin de belirttiğiniz gibi Kıbrıs'ta ne güneyde ne de kuzeyde başka böyle bir okul yok. Dışardan bakıldığında bu okulda görev yapmak insanlara çekici geliyor. Fakat sürekli kendinizi geliştirmek zorundasınız. Eğer kendinizi geliştirmezseniz öğrencileriniz sizinle alay edecek seviyeye gelebiliyor. Sürekli bir usta çırak ilişkisi içerisinde eğitimlerimizi sürdürüyoruz. Çalgımızdan kopmadığımız Için çok şanslıyız. Ülkemizde sanata gerekli önemin devlet tarafından verildigini pek söyleyemeyiz. Ancak elimizdeki imkanlarda küçümsenecek gibi değil. Daha iyi seviyelere geleceğimize zaman aşımı içerisinde inanıyorum.
Y B - Öğrencilerin genel olarak popüler kültüre ve özellikle popüler müziğe eğilimleri aşikardır. Fakat sanat eğitiminde kullandığınız temel, Klasik Batı Müziği temelleri üzerine kurulu… Öğrencilerinizi bu kültüre ilgi göstermeyi ve dolayısı ile kendi eğitimlerinden haz duymasını nasıl sağlıyorsunuz? Sizce Klasik müzik, öğrenilmesi zor bir müzik türü müdür?
Klasik Müzik gerçekten çok güzel ve zevkli bir müzik. Fakat bunun bir eğitim sürecinden geçirilip Anlaşılır Hale Getirilmesi Gerekmektedir. Klasik Müzik Eğitimi Almayan Bir Kimse Bu Müziği Anlamakta Zorluk Çeker. Bizimde Okulumuzda Amacımız Bu Müziği Çocuklara Küçük Yaştan Aşılamak. Sırasında Batı Müziği Ile Klasik Müziği Birleştirip Ortak Müşterekte Bir Sentez Yaparak Çocuklara Bu Müziği Daha Da Sevdiriyoruz. Klasik Müzik Öğrenmek Istekliliğe Bağlı Olarak Zor Veya Kolay Denilebilir. Kişi Istekliyse Bu Zorluk Zevke çevrilir.
Y B - İçinde olduğumuz haftada sizin yazmış olduğunuz “Kıbrıs Türk Halk Oyunları ve Müziklerinin Yapısı” isimli bir kitabın tanıtımını yaptınız. Bu kitabı yazmanızdaki amaç nedir? Kitaptan ne gibi beklentileriniz var? İleride yine böyle projeler için planlarınız var mı?
Evet Gerçekten Bu Hafta Çok Yoğun Geçti. Kitap Tanıtımı Için Radyo Mayısta, Radyo Programına Katıldım. Arkasından Okulumuz Salonunda Tanıtım Etkinliği Yaptık.
Bu Kitap Diğer Halkbilim Kitaplarından Farklı Olarak, müziksel yapı açısından Kıbrıs Türk halk oyunlarını incelemektedir. Bu Özelliğinden Dolayı Bu Kitap Bir Ilktir. Kitapta, Kitabın Içerisinde Verdiğimiz nota Örneklerinden de Anlayacağınız Gibi Tek Sesten Evrensel Çok Sesliliğe Bir Geçiş Sağlanıyor. Bu Özellik te Dünya Müziğiyle Kıbrıs Türk Müziğinin Kaynaşmasını sağlayarak öğrencilerin müziklerimizi daha iyi Anlamalarına Yardımcı Olacak diye düşünüyorum. Kitabımın Bu Iki Müzik Arasında Sentez Oluşturup Bir köprü vazifesi göreceğine inanıyorum. Bu Kitabı Öğrencilerimiz Ve Kendi Müziğimizle Ilgilenen Herkes Için Bir Kaynak Olmasını Diliyorum. İlerde Bu Kitabın Gelişmiş Hali Olarak CD' li Ve DVD'li Versiyonunu da Çıkartmayı Düşünüyorum.
Y B - Sizce, Kıbrıslı Türkler olarak arşivci bir toplum muyuz? Bireysel veya kurumsal olarak tutulan arşivlerin ileride ülkemize ne gibi faydaları olabilir? Bunun önemi nedir?
Türk Milleti Genel Olarak Arşivci Bir Toplum Değildir. Kendi Tarihimizi Bile Çoğu Zaman Yabancı Kaynaklardan Öğreniyoruz. Ne Acıdır Ki Öyle Bir Alışkanlığımız Var. Halbuki Çocuklarımıza Bırakabileceğimiz En Güzel Miras budur. Bir Toplumun Tarihten Kokması Kendi Kültüründen Korkmasıdır. Kendi Kültürü Olmayan Bir Toplum Kaybolur. Bu Sebeple Kültürümüzle Folklörümüzle Ilgili Araştırmaların Çoğalmasını Canı Gönülden Diliyorum. Teşekkür Ediyorum.
14 Mayıs 2015 Perşembe
Reggio Emillia Yaklaşımı 2 (Öğretmenin Rolü)
13 Mayıs 2015 Çarşamba
Rüzgar Eken Fırtına Biçer
Genç bayan, "Borcunuz yok" diyerek yüzünde sıcak bir gülümsemeyle devam etti konuşmasına... "Annem, gösterdiğimiz şefkat ve nezaket karşılığı olarak asla bir bedel ödenmesini beklememizi öğretti bize" dedi. Çocuk: "O halde çok teşekkürler, yürekten teşekkür ederim size" dedi...
Howard Kelly evin önünden ayrıldığı zaman, kendisini yalnızca bedensel olarak değil, ruhsal olarak da güçlü hissediyordu.
--------------------------- Yıllar sonra, genç bayan, çok ender rastlanan bir hastalığa yakalanmıştı. Yöredeki doktorlar çaresiz kalınca, hastalığıyla ilgili araştırmalar yapılması için, onu büyük bir kentteki daha büyük ve donanımlı bir hastaneye gönderdiler. Dr. Kelly, konsültasyon yapması için çağrılan hastanın, hangi kasabadan geldiğini duyunca çok heyecanlandı...
Artık genç olmasa da, yıllar önce kendisine sevgiyle yaklaşan bayanı ilk gördüğü anda tanımıştı ve onun yaşamını kurtarmak için elinden geleni yapacaktı. Uzun süren tedaviden sonra bayan artık sağlığına kavuşmuştu...
Dr. Kelly, denetlemesi için önüne getirilen faturaya şöyle bir baktı ve üstüne bir şeyler yazarak zarfın içine koyup hasta bayanın odasına gönderdi. Kadın elleri titreyerek aldı zarfı eline... Açmaya korkuyordu. Hastane faturasını asla ödeyemeyeceğini ve geri kalan yaşamı boyunca bu faturayı ödemek için çalışacağını çok iyi biliyordu. Sonunda zarfı açtı ve faturaya iliştirilmiş bir not dikkatini çekti. Kâğıtta şunlar yazılıydı:
'Hastane giderlerinin tamamı bir bardak süt karşılığı ödenmiştir...'
10 Mayıs 2015 Pazar
Bahar Gökhan Röportajı
7 Mayıs 2015 Perşembe
Döviz Borcu Olanlar İçin Uyuyabilme Tekniği
Döviz Borcu Olanlar İçin Uyuyabilme Tekniği
Türkiye Cumhurbaşkanı sayın Recep Tayyip Erdoğan, Merkez Bankası hakkında, “bağımsız olunca gelinen nokta bu” demişti…
Unutanlar için bir kez daha tekrarlayalım; Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (Cumhuriyeti değil, çünkü özerk bir kuruluş), politika faizini son toplantıda 75 baz puan indirmiş, Erdoğan ise bunu az bularak eleştirmişti ve Merkez Bankası hakkında, “Adı bağımsız kurum, böyle olunca gelinen nokta bu”, diye sert açıklamalarda bulunmuştu...
Ayrıca Erdoğan, Suudi Arabistan’a giderken, uçakta gazetecilerin sorularını cevaplamış, Erdem Başçı’nın kendisiyle görüşme talebi olduğunu belirtmiş ve “Çağırıp konuşacağız” demişti…
Kısacası Erdoğan, Merkez Bankası ve başkanı Erdem Başçı’yı “faiz” politikaları sebebi ile birçok kez sert bir şekilde eleştirmişti…
Bu açıklamaların ardından, Merkez Bankası başkanı Başçı, Erdoğan’a, “Ekonomik Gelişmeler” başlıklı 130 sayfalık bir sunum yapmış ve Erdoğan da görüşmenin ardından “Sonunu tatlıya bağladık” diye açıklama yapmıştı…
“Tatlıya bağlanan” olayda, faiz oranlarında bir değişiklik olmamış, bu ‘polemik’, Türkiye’de ve tabii ki KKTC’de, dövizin bu zamana kadar gittikçe artmasındabaşlıca etken olmuştur…
O günlerde, 2.61’de seyreden Dolar, şimdi 2.70’e, 2.77’de işlem gören Euro, 3.03’e ve 3.50 ‘lerde işleme konan Sterlin ise 4.09’a kadar yükseldi, böylece “iş tatlıya bağlandı”…
Bu tatlılık, o kadar güzel! oldu ki, genellikle döviz borcu olan vatandaşlarımızın, sadece gündüz değil, geceleri de huzuru kaçtı…
Bizler de, meclisteki bazı vekiller gibi, ‘sert mizaçlı’ olup, ‘içinden çıkamadığımız’ için, en azından geceleri rahat uyuyabilmek için, bu işlemi uyguluyoruz. En azından geceleri olsun rahat uyuyoruz, üstelik de saatlerce yatakta dönüp durma ve uyuyamama problemine de son veriyoruz…
İsteyen herkes başını yastığa koyduktan bir dakika sonra uyuyabilir… İşlemin ismi ‘4-7-8’ ismi verilen bir nefes tekniği…
Bu kadar…
Bu teknikle, en azından geceleri rahat olmasa dahi uyuyor olacağımızdan, sabah olunca en azından daha dinç kalkıp işimize gücümüze gidip, daha uykusunu almış bireyler olacağız…
Ne dersiniz?...
Denemeye değmez mi?...
Not: uygulanmış ve başarılı olunmuştur…
4 Mayıs 2015 Pazartesi
Reggio Emillia Eğitim Yaklaşımı
Reggio Emillia EğitimYaklaşımı
Sevgili okurlar, bugün de köşe yazımızı eğitime ayırdık ve II. Dünya savaşı sonrasında, İtalya’nın kuzeyinde, Reggio Emillia adı verilen 150.000 nüfuslu bir kasabada anne babaların, çocuklarının eğitim alabileceği bir okul kurma girişimiyle başlayıp, bugün “Reggio Emillia” yaklaşımı adı ile, bütün dünyaya yayılan bir okul sistemini sizlerle paylaşmak istedik.
Bu eğitim yaklaşımının yaratıcısı ve öncüsü, Loris Malaguzzi’dir. “Eğitim her çocuğun hakkı” olduğu düşüncesiyle, çocukların kaliteli bir eğitim alabilmesi için okul, aile ve toplumun işbirliği içinde çalışması gerektiği esas alınmıştır…
Bu yaklaşıma göre, çocuklar hayatın anlamıyla ilgili cevaplar aramaktadırlar. Onlara cavabı vermek için acele etmemek, onun yerine cevabı kendilerinin bulması için teşvik etmek gereklidir. Erken çocukluk eğitiminde yapılması gereken, çocuklara gelişimlerini destekleyici ve ilerlemelerini teşvik edici bir ortam yaratabilmek ve kendi fikirlerinin gelişmesine fırsat tanımaktır.
Her çocuğun, sayısız yaratıcı, entelektüel ve iletişimsel potansiyeli vardır ve her birine saygı gösterilmelidir. Çocuklar teoriler geliştiren, bilgi üreten, gözlem yapan, aktif deneyimler edinen, sosyal, duygusal ve zihinsel yönden farklı kaynaklara sahip olan kişilerdir.
Sevgili okurlar, Reggio Emillia yaklaşımında, çocuklara somut yaşantılar sunulur, bu sayede de yeni deneyimler kazanmalarına yardımcı olunur. Çocuklar araştıran, üreten ve hipotezlerini test eden kişilerdir. Kendilerini ifade ederken çok farklı sembolik araçlardan yararlanabilirler; Resim, heykel, müzik, gölge oyunları, dramatik oyun gibi… Reggio yaklaşımında buna, “Çocuğun Yüz Dili” adı verilir.
Çocukların, düşüncelerini ve duygularını herkes tarafından görünür kılmak adına kullandıkları birçok dile sahip olduklarına inanılır. Bu diller aracılığı ile çocukların sembolik düşünmesi, yaratıcılığı ve iletişim becerileri gelişir.
Sevgili okurlar isterseniz, şimdi de bu eğitim yaklaşımında sınıf ortamını, öğretmenin rolünü, projelerin (çalışmaların) nasıl olması gerektiğini ve aile katılımının önemini maddeler halinde inceleyelim…
Sınıf Ortamı
Sınıf ortamı, “öğretmenin kendisi” gibi düşünülebilir. Ancak ortamın sadece fiziki özellikleri değil, aynı zamanda ortam içinde gerçekleşen etkileşimler de öğrenmenin ayrılmaz bir parçasıdır. Bu nedenle okullarda yetişkinlerle çocuklar arasındaki iletişimi kolaylaştırmak amacı ile, bütün çocukların ve öğretmenlerin birlikte bulunabileceği büyük bir alan bulunur; Sınıflar ise bu açık alanın etrafına düzenlenmiştir. Çocuklar ile yetişkinler gün boyunca bu alanı kullanırlar. “Reggio okullarında hiç kimse, kendisini başkalarının gördüğü gibi görme şansını sahip değildir”, düşüncesinden hareketle duvarlar köşeli olarak yan yana getirilen aynalar yerleştirilmiş ve böylece çocukların kendilerini başkalarının gördüğü gibi görebilmeleri sağlanmıştır.
Sınıf ortamı, rahatlatıcı, ilham verici ve estetiktir. Tüm sınıflar “Piazza” denilen bir avluya açılır. Her avluda bir drama köşesi, (bu köşede motosiklet kaskları, çok çeşitli kıyafetler, gözlükler, çantalar bulunur) ve camekanlı bir atölye odası bulunur. Atölyede çocukların çok farklı türde sanat etkinliği yapabilmeleri için artık malzemeler bulunur.
Sınıflarda, şeffaflık ve sadelik ön plandadır. Geniş pencereler bulunur, ortam geniş ve aydınlıktır. Sınıfta fazla mobilya yoktur; onun yerine çocukların çalışmaları, resimleri, gerçekleştirilen projelerin fotoğrafları, ürünleri, çocukların aileleri ile birlikte oldukları fotoğraflar gibi, çeşitli görsel materyaller, okulun her yerinde sergilenir.
Eğitim ortamını çocuklar, öğretmen ve ailelerin arasındaki ilişkiyi güçlendirmeye yarayan bir araç olarak kullanır.
Sevgili okurlar, gelecek cumartesi sizlerle bu eğitim yaklaşımında, öğretmenin rolünü, projeleri ve aile katılımını paylaşacağız, şimdilik hoşçakalın…
3 Mayıs 2015 Pazar
Burcu Müniroğlu Karagöz Röportajı
Abi Git Konuş Bence
Abi Git Konuş Bence
Evet, seçim telaşı, birinci tur, ikinci tur derken bir cumhurbaşkanlığı seçimi daha sonlandı…
Üstelik, dünya tarihi KKTC’de, bir değişim daha gördü…
15 Kasım 1983’ten, 17 Nisan 2005’e kadar geçen sürede, kurucu cumhurbaşkanı olarak, R. R. Denktaş; 20 Nisan 2005’ten, 23 Nisan 2010’a kadarki sürede, Mehmet Ali Talat; 23 Nisan 2010’dan, 26 Nisan 2015’e kadar geçen sürede, Derviş Eroğlu ve son olarak da, 26 Nisan 2015’ten itibaren, Mustafa Akıncı seçilerek KKTC’nin cumhurbaşkanı oldu…
Sayın Mustafa Akıncı’nın, seçilmesinin üstünden bir gün ya geçti ya geçmedi, TC cumhurbaşkanı sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın sert bir sözlü müdahalesi ile karşılaştı. İşin bahanesi de, seçilen cumhurbaşkanı “iki kardeş ülke” demiş…
Adama seçilme sevinci bile bırakılmadı…
Üstelik, halkın oyları ile seçilen bir cumhurbaşkanına, “ağzından çıkanı kulağın duysun” ayarında bir “fırça” atılmaya çalışıldı…
Tabii ki, Akıncı da bunun altında kalmadı, ama ayara ayar vererek…
Bana sorarsanız, ‘ki okuyorsanız sormuşsunuz sayıyorum’, birileri sayın Recep Tayyip Erdoğan’ ı fitlemiştir bu konuda…
Allah allah, kim acaba?...
Kesin bunun da Fethullahçılar yapmıştır...
Bir şans verseydiniz bari adamcağıza…
Özgeçmişine baktığımızda, sayın Akıncı’nın, Orta Doğu Teknik Üniversitesi, Mimarlık Fakültesinden mezun olduğunu görüyoruz…
Yani, “boş bir adam” olmadığının altını çiziyoruz… Siyasal görüşü mü acaba, Erdoğan’ la ters düşmüş?
Sayın Akıncı, halkın % 60.5 oyu ile seçilmiş bir cumhurbaşkanı…
Bence, hayatta önyargılarımızdan kurtulmamız gerekiyor diye düşünü-yorum…
Önce bir alır karşına konuşursun adamı, ondan sonra fikir beyan edersin…
Ancak o zaman düşüncelerin ters düşerse ayara geçersin…
Bu dünya kurulalı böyle…
, Bir anlatabilseydi, belki de karşısındakiler anlayacaktı kendisini,
Ama kendini anlatabilme şansı bile verilmedi…
Sayın Mustafa Akıncı, git konuş bence…