2 Nisan 2015 Perşembe

(Büyüklere Masallar 1) Kelebeğin Rüyası

KELEBEĞİN RÜYASI
              O gün günlerden pazardı. Güneş tüm ihtişamıyla gökyüzünden dünyaya ışınlarını salıyordu. Genç adam kahvaltısını yapmış, bütün haftanın verdiği yorgunluğu üzerinden atmak istercesine, kendini bahçe sandalyelerinden birine atmış, eline gazetesini almış, o güzel pazar gününün tadını çıkarmaya hazırlanıyordu. Yaşadığı beldeye artık ilkbahar gelmişti. Kırlangıçlar, genç adamın yaşadığı bölgeye gelmişler, kah yuvalarını yapıyor, kah elektrik tellerinin üzerinde birbirleriyle çekişiyorlardı. Genç adamın bahçesindeki ağaçlarda kuşlar ötüşüp duruyor, kelebekler çiçeklerin üzerinde uçuşuyordu. Genç adam yavaşça başını kaldırıp güneşe doğru baktı. Sonra gözlerini yaşadığı evin bahçesinde gezdirdi. Kim böyle güzel bir günün tadını çıkarmak istemezdi ki?...
             Genç adam, gazetesine o kadar dalmıştı ki, havanın birkaç saat içinde bozduğunu farketmedi bile. Önce genç adamın yüzüne ılık bir bahar yeli esti. Genç adam oralı bile olmadı. Sonra rüzgar farkettirmeden hızını arttırdı. Rüzgar bir ara öyle bir şiddetlendi ki, genç adamın elindeki gazete elinden uçup gitti. Ancak o zaman genç adam, bir şeylerin ters gittiğini anladı…
             Yerinden fırlayan genç adam, hızlıca bahçe sandalyelerini kapattı. Koşup, dağılan gazetesini topladı. Yanına aldığı neskafe dolu bardağını da sehpadan kapıp, evine girmek için kapıya doğru koştu. Kapıyı açarken, kapı şiddetli rüzgar sebebi ile hızlıca çarptı. Adamın tuttuğu neskafe dolu bardak elinden düştü. Gazetesi de rüzgara kapılıp bahçeye doğru dağıldı. Ama kararlıydı genç adam, o gazeteyi tekrar toplayacak, keyfini sürdüğü pazar gününe evinde devam edecekti. Kapıyı kapatıp tekrar bahçeye doğru koştu. Gazetesini hızlı bir şekilde toplamaya çalışırken yerde hareket eden bir şey farketti. Biraz daha dikkatli bakınca bunun bir kelebek olduğunu anladı. Zavallı kelebek şiddetli esen rüzgar nedeni ile, narin olan kanatlarını kullanamamış ve bu nedenle yere düşmüştü. Sürüklenmemek için ise, ayaklarıyla bir çiçeğin dalına sıkı sıkıya sarılmıştı. Genç adam eğilip kelebeği de aldı ve seri bir şekilde koşup evine girdi.
             Artık Pazar keyfi yapılacak bir neden kalmamıştı. Rüzgar dışarıda hızını arttırarak devam ediyor, bütün bahar neşesini etkiliyordu. Genç adam elindeki kelebeğe baktı. Kelebek belli ki çok korkmuştu. Çünkü adamın parmaklarından birine ayaklarını dolamış sıkı sıkıya tutunuyordu. Adam kelebeği koltuk yastıklarından birinin üzerine koydu. “Çok korkmuş zavallıcık” diye aklından geçirdi. O günü evinde, kitap okuyarak, televizyon seyrederek, gazetesine göz gezdirerek geçirdi. Uyumak için yatak odasına geçerken birden aklına kelebek geldi. Kelebeğin olduğu yastığa bakınca onun hiç yerinden kımıldamamış olduğunu gördü. Ölüp ölmediğini kontrol etmek için parmağıyla hafifçe dürttü. Hayır kelebek ölmemişti, çünkü kımıldıyordu. “Bu nasıl bir korku?” diye düşünüp yatağına gitti…
             Ertesi gün uyanınca işe gitmek için hazırlandı genç adam. Tam evden çıkacağı anda kelebek yeniden aklına geldi. O yastığın üzerine baktı, evet kelebek yine oradaydı. Pencereden dışarıya baktı, ışıl ışıl bir güneş her tarafı ısıtıyordu. “Onu burada tutmaya hakkım yok” diye düşündü genç adam. “Üstelik kelebekler kaç gün yaşar ki?...”
              Kelebeği usulca eline aldı genç adam ve dışarıya çıktı. Avucunu açıp kelebeğin özgürlüğüne kavuşmasını bekledi. Fakat kelebek oralı bile olmadı. Adamın parmağına daha sıkı sarıldı.
- Haydi uç, uçsana…  Git, özgürsün artık…
 
Genç adam ne yaptıysa kelebeği elinden uçuramadı. Bir ara bir çiçeğin üzerine koymayı düşündü, ama kediler ya da kuşlar için kolay bir av olacaktı minik kelebek, ondan da vazgeçti…
- Niye gitmiyorsun sen bakalım?
             Kelebek ısrarla genç adamın eline sıkı sıkı sarılmaya devam ediyordu. Genç adam biraz daha ısrar edince, kelebek:
- Lütfen beni dışarıya bırakma genç adam…
Genç adam hayli şaşırmış bir şekilde bu cümlenin üzerine:
- Ama neden? Sen küçüçük bir kelebeksin. Kırlarda dolaşmalısın, çiçeklerle arkadaş olmalısın. Sen doğaya aitsin unutma bunu…
- Görmedin mi? Ben çok küçüğüm, ya rüzgara, ya bir kuşun gagasına, ya da bir kedinin pençelerine yenik düşerim. Lütfen senin evinde kalayım izin ver bana…
- Neden böyle davranıyorsun ki?
- Dün esen fırtınayı görmedin mi? Ya bugün de eser, beni rüzgarına katarsa? Ben ne yaparım o zaman?
- Öyle düşünmemelisin minik kelebek! Hayatında elbette zor anların da olacaktır. Ancak bu zor anları yaşamamak için sen bütün hayatını benim evimde, dört duvar arasında geçirmeye razı oldun. Lütfen kaldır kafanı ve dışarıya bir bak, her yer yaşam kokuyor. Hem senin kaç günlük bir yaşamın var ki? O birkaç günü de hiçbirşey yapmadan mı geçireceksin, haydi ait olduğun yere git…
             Genç adamın bütün ısrarlarına rağmen minik kelebek, gitmedi ve ömrünü o evde geçirdi…
              İşte böyle sevgili okurlar, bazı insanlar hayattan o kadar korkarlar ki, minik kelebeğin yaptığı gibi, zor bir andan sonra sanki yaşamıyormuş gibi hayattan çekilerek yaşarlar.
              Halbuki hayat elimizden kayıp gitmeden, ‘keşke’ leri, ‘iyi ki’ yapmaya hemen şimdi başlamalıyız sevgili okurlar, yoksa yarın belki de çok geç olur, ne dersiniz?...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder